Yağmur ve kar; ölüm ve intihar

Gülfem. Güzel isim değil mi? Gülfem’e de ismi babaannesinden kalma bir isimdi. Babaannesi gülü andıran hiç bir güzel meziyetlere sahip değildi ama en azından böyle güzel bir isme sahip olmak onun sayesinde olmuştu. Gülfem gül ağızlı anlamına geliyordu. Gülfem dışarıda yağan karı seyrederken hangi kitaptan olduğunu hatırlamadığı bir cümle zihnini yeniden ziyaret etmişti: ” o kadar şanssızdım ki intihar etmek istediğim gün Ren nehri donar.” Ren nehrini Pariste ilk gördüğünde yine aklında bu cümle yankılanmıştı. Burada ölmeye kalkışsa farkedilir miydi acaba? Ama nehir donsa atlasa bile insanlar yine de farkedebilirlerdi.

(Eingeschränkte Rechte für bestimmte redaktionelle Kunden in Deutschland. Limited rights for specific editorial clients in Germany.) Germany, Hesse: Frozen river Rhine neary Bingen and Ruedesheim. February 1956 (Photo by ullstein bild/ullstein bild via Getty Images)

Gülfem yıllardır kar yağışı görmemişti, karlara bata çıka yürüyeli ne kadar da uzun zaman olmuştu. Burada hep yağmur yağıyordu. Karla yağmurun arasında nasıl bir fark olabilirdi? Kar mesela ölümü çağrıştırıyor. Sahi insanlar neden intihar ediyordu? Acaba kışın mı daha fazla intihar ediyorlardı baharda mı? Önündeki makale bahar aylarında intihar sayısının arttığını söylüyordu. Depresif bir kış mevsimini atlattıktan sonra bahar size yaşama gücü getirmiyorsa iyi bir fikir olabilir tabii. Kendini artık bu derece ümitsiz hisseden biri için mevsimin pek bir önemi olmasa gerek. Yazın intihar etsen, eğer yalnızsan, kaldığın yerde artık üstüne sinekler üşüşünce etrafı da rahatsız eden bir koku yayılırsa farkedilebilirsin. Aaa Gülfem ölmüş derler. O yüzden kış iyi. Kokusuz. Sırf elleri ve saçları kokuyor diye sigarayı nasıl hızlı bıraktığını hatırladı. Koku önemliydi, sevdiği adamı da öperken koklaya koklaya öperdi. Kar yağmaya devam ediyor. İntihar eden insanların sebeplerini düşününce mevsimin aslında pek bir önemi de kalmayabiliyor. Çektiğin acılara son vermenin mevsimi mi olurmuş? Sevmenin aşık olmanın da aslında mevsimi yoktu. Bakmayın o şarkılarda ben her bahar aşık olurum dediklerine.

Sonra yeni bir soru peydah oldu. Peki insanlar nasıl intihar ediyorlar? Canlarını son bir kez daha acıtarak mı? Peki sen olsan nasıl intihar ederdin? Gülfem canının nasıl tatlı olduğunu düşündü. Olabilecek en acısız şekilde intihar ederdim dedi. Haplarla veya fare zehri ile. Fare zehrinin iç organları parçalayarak fareleri zehirlediğini öğrenmişti ve bu zehirler insanda da tesirliydi. Geri dönüşü de yok. GÜM! Yanına da melatonin alırsın uykuda yavaş yavaş bedenin iyice içten parçalanmaya başlar. Yine yalnız olduğu aklına geldi. Yalnız olmanın en kötü yanlarından biri de buydu. Sesin soluğun çıkmadığında kimse yokluğunu farketmeyecekti bile. Anca annen arayacaktı seni. Kimsenin de aklına gelmeyecek seni aramaya. Daha sonra ölümün kokusu dışarıya yayılmaya başlayacak. O anda rahatszı olacak öteki insanlar. Aaa burada bir insan varmış diyecekler. Gülfem sıcak kanlı, sevecen, neşeli, sürekli gülümseyen biri. Gülümsemesi bazı insanları sinir ederdi. Sonra farketti bu insanlar gülümseyemeyen insanlardı. Gazetelerde intihar eden bazı insanların arkasından şunları yazarlardı “hayat dolu bir insandı, şaşkınız”. Hayat ne zaman dolu biliyor musun? Başka bir hayatla paylaşınca dolu oluyor. Tek başınayken bardak çok boş, sessiz, alıngan ve şefkat bekliyor. Bir yandan da içinde fırtınalar koparken gül gibi yüzünün arkasına da saklıyorsun, gülümsüyorsun. Sonra bunu alışkınlık haline getiriyorsun. Gülümsemek aslında bir duvar örmek gibi bir şeydi. Duvarında arkasında neler olup bittiğini göstermemek için. Ama işte duvarın ardında akan göz yaşlarını da duvarın dışındakiler duymuyordu da. Yağmur böyle bir şeydi. Yağmur yağdığında herkes duyar. Gürültüsü ile beraber ben buradayım diyerek gelir. Bir seni ıslatır, hissedersin de. Karın gelişi ise öyle değil. Kar fırtınası hariç diyelim. Sessizce tane tane düşmeye başlar. Buz gibi bir hava. Tertemiz bir hava. Karlar eriyince de havanın kokusu değişir. İnsan ölünce de kokusu değişir değil mi? Koku. Koku nasıl da güzel bir şey. Sevdiği kokular aslında seneler içinde çok değişmemişti, yeni kokular eklendi hep o koku paletine. Ama renkler değişiyordu. Sarı. O sevmediği babaannesini hatırlatan sarı rengi. Birden en sevdiği renkler arasında yerini alıvermişti. Kokular, renkler değişiyor da insanın gülüşü değişiyor mu? Çocukken gülüşü nasılsa şimdi de aynı. Bakışlar? Ehh onlarda da pek bir değişiklik yok. 7sinde neyse 70inde de aynı. Bazı şeyler böyle değişmezken biz neyi değiştirmek için bu kadar çabalıyoruz sahi? Çocukken neysek şimdi oysak? Bu kadar uğraş niye? Bu kadar çaba niye? Bu dünyada ne değişecek? Yani Gülfem bu dünyadan ayrılsa da ayrılmasa da bir şey değişmeyecek. Kar yağıyor, kar yağıyor. Her taraf sessiz. Belki insanların attığı adımların sesi çıkıyor. Ama kar yağıyor. Yağmur yağarken atılan adımların sesini hiç duydunuz mu sahi? Sade cama vuran,asfalta vuran yağmurun sesi. Yağmur ıslatıyor. Kediler de zaten ıslanmaktan hoşlanmıyor. Sezen Aksu sahi neden böyle demiş? Bir kedim bile yok anlıyor musun? Gülfem iç geçirdi bari bir kedim olsaydı diye.

Yorum bırakın